Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi'nden yapılan açıklamaya
göre, Cumhurbaşkanı Sezer tarafından yayımlanması uygun bulunmayan, 5489
sayılı ''Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu'', 3, 28, 29,
31, 40, 46, 55, 63, 80, 82, geçici 1, geçici 2, geçici 4, geçici 6 ve geçici
9. maddelerinin bir kez daha görüşülmesi için, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı'na geri gönderildi.
Sezer iade gerekçesinde, sosyal güvenliği salt aktüeryal denge olgusu
düşüncesiyle oluşturmanın, ''sosyal devlet ilkesini savsaklamak anlamına
geleceğini'' ve Anayasa'nın 2. maddesiyle bağdaşmadığını belirtti.
Sezer, gerekçesinde, Yasa ile, beş ayrı emeklilik rejiminin, aktüeryal
olarak hak ve yükümlülüklerin eşit olacağı tek emeklilik rejiminde buluşturulmasının
amaçlandığını anımsattı. Yasa'da, sosyal sigortalar ile genel sağlık sigortası
yönünden kişileri güvenceye alacak düzenlemeler yapıldığını kaydeden Sezer,
bu bağlamda, Yasa'da, sigortalardan yararlanacak kişiler ve sağlanacak
haklar, bu haklardan yararlanma koşulları, finansman ve karşılanma yöntemlerinin
belirlendiğini, sosyal sigortaların ve genel sağlık sigortasının işleyişine
ilişkin ilke ve yöntemlere yer verildiğini kaydetti.
Gerekçesinde, ''sosyal devlet'' ilkesi ve ''sosyal güvenlik hakkı'' konusunda
değerlendirmeler yapan Sezer, Anayasa'nın ilgili hükümlerini ve Anayasa
Mahkemesi'nin konuya ilişkin kararlarını anımsattı.
Sosyal devlette sosyal güvenlik sisteminin, yalnızca aktüeryal hesaba
dayanan bir düzenek olarak oluşturulamayacağını kaydeden Sezer, ''Sosyal
güvenliği salt aktüeryal denge olgusu düşüncesiyle oluşturmak, 'sosyal
devlet' ilkesini savsaklamak anlamına gelir ki, bunu, Anayasa'nın 2. maddesiyle
bağdaştırmak olanaksızdır'' dedi.
Sezer, şunları kaydetti:
''Devletin 'sosyal' niteliği, aktüeryal denge ile sosyal devlet ilkesi
arasında uyum sağlanmasını; sosyal güvenlik sisteminden kaynaklanan açıkların,
başka bir deyişle sosyal güvenlik yükünün gerektiğinde devletçe karşılanmasını
zorunlu kılar. Ayrıca, hukuk devletinin amaç edindiği kişinin korunması
da, toplumda sosyal güvenliğin, sosyal gönencin ve sosyal adaletin sağlanmasıyla
gerçekleştirilebilmektedir.
Cumhuriyet'in nitelikleri arasında yer verilen sosyal hukuk devleti ilkesi
uyarınca, toplumda yoksul ve gereksinim duyan insanlara devletçe yardım
yapılarak, onlara insan onuruna yaraşır asgari yaşam düzeyinin sağlanması,
böylece, sosyal adaletin ve sosyal devlet ilkesinin gerçekleşmesine elverişli
ortam yaratılması gerekmektedir.
Sosyal devletin görevleri arasında yer alan insan onuruna yaraşır asgari
yaşam düzeyinin sağlanması, herkese çalışma olanağı yaratılması, çalışanlara
adaletli ve dengeli ücret verilmesi ve çalışamayacak durumda olanların
sosyal güvenlik önlemleri ile korunması anlamını taşımaktadır.
Sosyal güvenliğin de içinde bulunduğu sosyal hakların devletçe tanınmış
olması yeterli değildir. Bu hakların gerçekleşmesi için devletin olumlu
edimde bulunması, sosyal güvenlik alanında oluşturulacak kural ve kurumların
da, Anayasa'nın sözüne ve özüne, bu bağlamda sosyal hukuk devleti ilkesine
uygun olması zorunludur.''
DEVLET İÇİN ''ÖDEV''
Sezer, Anayasa'nın 60. maddesinde, sosyal güvenliğin, bireyler yönünden
''hak'', devlet yönünden ''ödev'' olarak öngörüldüğünü kaydederek, Anayasa
koyucunun, devleti yalnızca sosyal güvenliği sağlayacak önlemleri almak
ve gerekli örgütü kurmakla görevlendirmediğini, aynı zamanda bunu devletin
yükümlülüğü olarak gördüğünü ifade etti.
Anayasa'nın 5. maddesi hükmünü anımsatan Sezer, şunları kaydetti:
''Sosyal güvenlik hakkının, yurttaşlarının sosyal durumu ve gönenciyle
ilgilenen, onlara insanlık onuruna yaraşır asgari yaşama düzeyi sağlayan
'sosyal devlet'in gereği ve zorunlu sonucu olduğu tartışmasızdır.
Sosyal güvenlik, geliri ne olursa olsun bireylere belirli sosyal riskler
karşısında ekonomik güvence sağlanmasını, onun kimi zararlara uğrama olasılığına
karşı korunmasını, sosyal zararların tehlikeleri karşısında bireyin ekonomik
yönden güçlü kılınmasını gerektirmektedir. Çağdaş toplumlarda bu niteliği
ile sosyal güvenliğin sağlanması, bireylerin geleceklerini güvence altına
almaya, mutluluğunu, huzurunu ve gönencini sağlamaya yönelik etkinliklerin
en önemlilerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Sosyal güvenliğin işlevlerinin yerine getirilmesini amaçlayan kurallar
ve kurumların tümü sosyal güvenlik sistemini oluşturmaktadır.Toplumsal
dayanışmanın kurumsal duruma getirilmesini anlatan sosyal güvenlik sistemi,
devletin, Anayasa'nın 60. maddesi gereğince kurmakla görevli ve yükümlü
olduğu sosyal güvenlik örgütü ile yine devletin sosyal güvenliği sağlamak
için alacağı önlemlerin tümünü kapsamaktadır.''
''KULLANILAMAYACAK DURUMA GETİREN ÖNLEMLER ALAMAZ''
Sezer, Anayasa'nın 65. maddesinde, devletin, sosyal ve ekonomik alanlarda
Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri
gözeterek, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğinin
belirtildiğini vurguladı.
Sezer, ''Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği gibi, devlet,
yurttaşlar için hak, kendisi için ödev olan sosyal güvenliği sağlama görevini
yerine getirirken, sosyal sigortacılığın teknik gereklerine uygun kimi
sınırlamalar yapabilirse de, sosyal güvenlik hakkını kullanılamayacak
duruma getiren önlemler alamaz'' dedi.
Anayasa'nın 65. maddesinde, devlete sosyal hakları mali kaynaklarının
yeterliliği ölçüsünde gerçekleştirme olanağı tanınırken, ''bu görevlerin
amaçlarına uygun öncelikleri gözetme'' koşulu da konulduğunu belirterek,
Anayasa Mahkemesi'nin 23 Şubat 2001 günlü kararına göre de sosyal güvenlik
sisteminde yapılan değişikliklerin, hukuk devletinde olması gereken hukuk
güvenliğini zedelemeyecek biçimde ''adil, makul ve ölçülü'' olmasının
zorunlu bulunduğunu dile getirdi.
Sezer, şöyle devam etti:
''Bu yaklaşım, emekli olabilmek için öngörülen prim ödeme gün sayısı,
prime esas aylık tutarı ve prim oranı, emekliliğe hak kazanabilme ile
emekli aylığına hak kazanmada yaş sınırları, yaşlılık aylığı bağlama oranı,
yaşlılık aylığı hesaplama yöntemi, aylıklarda sağlanacak yıllık artış
tutarı ve sağlık gibi konularda getirilen kuralların adil, makul ve ölçülü
olmasını gerektirmektedir.
Yasa'nın genel olarak maddeleri incelendiğinde sosyal güvenlik sistemindeki
kimi konular yönünden 'adil, makul ve ölçülü' olma ölçütünün gözetilmediği
görülmektedir.''
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 5489 sayılı ''Sosyal Sigortalar ve
Genel Sağlık Sigortası Kanunu''nu iade gerekçesinde, Türkiye'de ortalama
yaşam süresinin 66 yıl olduğunu belirterek, emeklilik yaş sınırının 65'e
yükseltilmesi ve prim ödeme gün sayısının 9 bine çıkarılmasının gelecek
kuşakların emeklilik hakkına kavuşmasını olanaksız kılacağını kaydetti.
Sezer, gerekçesinde, Yasa'nın 28. maddesinde, 01 Ocak 2007'den sonra
sigortalı kapsamına girenlere, kadın için 58, erkek için 60 yaşını doldurmuş
olmaları ve en az 9000 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi
bildirilmiş bulunması koşuluyla aylık bağlanacağının belirtildiğini, yaş
sınırının 01 Ocak 2036'dan başlayarak kadınlar için 01 Ocak 2048'e, erkekler
için 01 Ocak 2044'e kadar artırılıp, 65'e yükseltildiğini ifade etti.
Sezer, şöyle devam etti:
''Ülkemizde ortalama yaşam süresinin 66 yıl olduğu gözetildiğinde, Yasa
ile tüm sigortalılar yönünden emekli aylığı bağlama yaş sınırının zaman
içinde de olsa 65'e yükseltilmesi; sürekli çalışma olanağı işverenin inisiyatifinde
olan sigortalılar yönünden de prim ödeme gün sayısının 9000'e çıkarılmasının
gelecek kuşakların emeklilik hakkına kavuşmasını olanaksız kılacağı, bu
niteliği ile adil, makul ve ölçülü olmadığı açıktır.
İşçiler için prim ödeme gün sayısının 7000'den 9000 güne çıkarılması,
Türkiye gerçekleriyle bağdaşmadığı gibi, esnek çalışmanın, sendikasızlaştırmanın,
kayıt dışı çalıştırmanın ve yoğun işsizliğin yaşandığı ülkemizde 9000
prim ödeme günü gerçekçi görünmemektedir. Üstelik, emekli olabilme yaşı
ile aylık bağlama yaşı arasındaki kimi durumlarda uzun yılları içeren
fark da ölçüsüzlüğün bir başka göstergesidir. Örneğin, 01 Ocak 2007 gününde,
18 yaşında iken sosyal sigorta kapsamına giren, 43 yaşında emekli olma
hakkı kazanan bir sigortalı, ancak 22 yıl sonra, 65 yaşında aylığa hak
kazanabilecektir.
Yukarıda da belirtildiği gibi, Yasa'nın 28. maddesinde, emeklilik yaşının,
01 Ocak 2007 gününden sonra ilk kez sigortalı olacaklar yönünden kadın
için 58, erkek için 60 olarak belirlenmesine karşın, bu yaş koşulu 2036
yılından başlayarak kademeli olarak artırılmakta ve emeklilik yaşı 65'e
yükseltilmektedir.
Bu düzenlemeye göre, kadın için 58, erkek için 60 yaşını 01 Ocak 2036
gününden önce dolduramayan sigortalılar, emeklilik yaşını kademeli olarak
yükselten kurala bağlı olacak ve bunun sonucunda, kendisine emekli aylığı
bağlanabilmesi için 65'e kadar uzanan yaşları beklemek zorunda kalacaklardır.
Ayrıca, yine bu durum nedeniyle, aynı gün işe başlayan ve prim ödeme süreleri
eşit olan farklı yaşlardaki sigortalılar, yaşlılık aylığına aynı yılda
hak kazanamayacaklardır.
Başka bir anlatımla, 01 Ocak 2007'den sonra ilk kez sigortalı olanlar
için öngörülen kadın için 58, erkek için 60 yaş sınırı, ancak sırasıyla
30 ve 32 yaşlarında göreve başlayanlar yönünden geçerlidir. Yaş küçüldükçe,
2036 yılından sonra artırılan yaş sınırı nedeniyle bekleme süresi artmaktadır.
Örneğin, 01 Ocak 2007'de sigorta kapsamına giren bir kadın sigortalı 30
yaşında ise 58 yaşına ulaştığı 2035 yılında; 18 yaşında ise, 65 yaşına
ulaştığı 2054 yılında yaşlılık aylığına hak kazanabilecektir.''
''AYLIKLARDA AZALMA KAÇINILMAZ''
Yasa'nın 80. maddesinde, prime esas kazançların düzenlendiğini, maddede,
basamak sisteminin kaldırılması nedeniyle Bağ-Kur'a bağlı sigortalılar
ile tüm ödemeler keseneğe bağlı tutulacağı için TC Emekli Sandığı iştirakçileri
yönünden önemli değişiklikler getirildiğini ifade eden Sezer, Yasa'nın
80. maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki düzenleme ile, Bağ-Kur sigortalıları
yönünden basamak sisteminin kaldırıldığını; aylık prime esas kazançların,
prime esas günlük kazanç alt sınırı ile üst sınırı arasında kalmak koşuluyla
kendilerinin bildirecekleri günlük kazancın otuz katı olacağının belirtildiğini
kaydetti.
Sezer, 80. maddenin birinci fıkrasında, TC Emekli Sandığı iştirakçisi
olanların aylık prime esas kazançlarının belirlenmesinde yapılan ödemelerin
tümünün brüt tutarlarının göz önünde bulundurulacağının öngörüldüğünü
kaydetti. Sezer, ''Oysa, bugünkü sistemde zam ve tazminat ödemelerinin
yasada hesap biçimi belirtilen sınırlı tutarı, emeklilik keseneğine bağlı
tutulmaktadır'' dedi.
Cumhurbaşkanı Sezer, ayrıca, Yasa'nın 82. maddesinde, tüm sigortalılar
yönünden, prime esas kazancın hesaplanmasında alt ve üst sınır getirildiğini,
46. maddesinde, kamu görevlilerinin prime esas kazançlarının saptanmasında
82. maddedeki üst sınırın aranmayacağının belirtildiğini kaydetti. Sezer,
böylece, kamu görevlilerinin tüm aylık gelirlerinden prim kesintisi yapılmasının
olanaklı kılındığını ifade etti. Sezer, şu görüşlere yer verdi:
''Bu durumda, TC Emekli Sandığı iştirakçileri yönünden, çalışanlar için
prim oranı yüzde 14'e düşürülmesine karşın, prime esas matrahın artması
nedeniyle görev aylıklarında azalma olması kaçınılmazdır. Bunun içindir
ki, Yasa'nın geçici 4. maddesinin dokuzuncu fıkrasında, eski ve yeni matrahlar
arasındaki farka ilişkin sigorta priminin iki yıl süreyle kurumca karşılanması
öngörülmüştür. Böylece, görev aylıklarındaki azalma iki yıl ertelenmiş
olmaktadır.''
''OLUMSUZ GELİŞME''
Cumhurbaşkanı Sezer, Yasa'nın 29. maddesinde aylık bağlama oranının, toplam
prim ödeme gün sayısının her 360 günü, yani her yıl için 2015 yılı sonuna
kadar yüzde 2,5, 2016 yılından başlayarak yüzde 2 olduğunun belirtildiğini,
aylık bağlama oranının yüzde 90'ı geçemeyeceğinin de kurala bağlandığına
işaret etti.
Mevcut sistemde Emekli Sandığı iştirakçileri yönünden aylık bağlama oranında
üst sınırın yüzde 100 olduğuna dikkati çeken Sezer, ''Aylık bağlama oranının
düşürülmesinin daha az emekli aylığı anlamına geleceği, bu durumun, çalışanların
emeklilik statüsü yönünden olumsuz bir gelişme olduğu açıktır'' dedi.
Yasa'nın 29. maddesinde, yaşlılık aylığının hesaplanması konusunun kurala
bağlandığını anımsatan Sezer, bunun SSK'ya bağlı sigortalılar açısından
önemli bir yenilik getirmediğini, ancak Bağ-Kur ve Emekli Sandığı iştirakçileri
yönünden önemli bir yenilik içerdiğini kaydetti. Sezer, Emekli Sandığı
iştirakçilerinin emekli aylıklarının hesaplanmasında, iştirakçinin bulunduğu
en son görevinin aylığı ve yapılan ödemelerin brüt tutarları göz önünde
buldurulduğuna işaret etti.
''ADALETSİZLİK YARATIR''
Sezer, şunları kaydetti:
''Oysa, Yasa'da, Emekli Sandığı iştirakçileri yönünden de yukarıda açıklanan
yöntem benimsenmiştir. Bu yöntem uyarınca, devlet memurunun, göreve başladığı
yıllarda daha düşük olan aylık öğeleri üzerinden hesaplanan prime esas
kazançları yaşlılık aylığının belirlenmesinde de dikkate alınacak ve sonuca
etkili olacaktır.
Bu durumun, yaşlılık aylığı bağlama oranının da düşürüldüğü göz önünde
bulundurulduğunda, kamu görevlilerine bağlanacak yaşlılık aylıklarının
bugüne göre daha düşük olmasına yol açacağı ortadadır. Günümüzde uygulanan
emekli aylıklarının, insan onuruna yaraşır asgari yaşama düzeyini sağlamaktan
uzak olduğu gözetildiğinde, bu tutarları daha da azaltan yeni kuralın
adil, makul ve ölçülü olmadığı; emeklilerin ulusal gelirden hak ettikleri
payı almalarını sağlayamayacağı açıktır.
Ayrıca, Yasa'nın geçici 2. maddesinde, çalışanların 01 Ocak 2007 gününe
kadar sosyal güvenlik kurumlarına bağlı geçen süreleri için yaşlılık aylıklarının
eski kurallara, bu günden sonraki sürelerine ilişkin yaşlılık aylıklarının
Yasa kurallarına göre hesap edilerek her iki tutarın toplamının yaşlılık
aylığını oluşturacağı belirtilmiştir ki, bu konunun, özellikle aynı görevde
çalışmış ve çalışmakta olanların emekli aylıkları ile ölenlerin dul ve
yetimlerinin aylıkları arasında fark oluşturacağı; bu farkın, eşitlik
ilkesine aykırı olduğu ve adaletsizlik yaratacağı açıktır.''
Kaynak:stargazete.com